26 Mayıs 2012 Cumartesi

Anne yemek huysuzu olursa çocuk nasıl yesin?


Ben çocukken yeme konusu ile ilgili  çok huysuz bir çocuktum.

Annemler az çekmemiştir benim yeme problemim yüzünden. Eğer ki bir şeyin kokusunu, görüntüsünü beğenmiyorsan asla ve asla tadına bile bakmam.

Çocukken o kadar zayıf ve iştahsızmışım ki annem bana “Afrikalı çocuklar gibi bir deri bir kemiktin. Sırf sana yemek yedirebilmek için mahallenin çocuklarını eve toplardım ki belki onları yemek yerken görürsen senin de canın çeker yersin” derdi.

İşe yarar mıydı ... pek sanmıyorum...çünkü biraz daha büyüyüp okula gittiğim zamanlarda, annem, iştah şurubumu da çantama koyup öğretmenime yollarmış, okulda bana içirsin diye.... Hatta bazen karnım acıkıp canım yemek istemediğinde anne beni iğne yaptırmaya götür diye ağlamışım bir sefer... Tabii bu kısmını annem anlatıyor ama dispansere gidip iğne yediğimi(kan iğneleri oluyordum)  hayal meyal hatırlıyorum.    Çocukluğumdan beri hastaneler sevmediğim yada korktuğum yerler olmadı benim hiç...
Çok şükür ağrı eşiğimde çok yüksekti, çoğu zaman son dakikaya kadar bekleyip ondan sonra şuyum var buyum var diye doktora gittiğim için, doktorlardan  "niye bu kadar beklediniz getirmek için" diye fırça yemişliğimiz de çoktur:)

Çocukken yemek  seçiciliğimin nedenlerini yukarda bahsettim koku, görüntü..vs.

Örneğin yumurta ve süt asla içmezdim. Neden derseniz, bana göre ikisi de kokuyordu. Ama misli ile yoğurt ve peynir tükettim, hala da tüketirim.

Benim bir türlü sevemediğim süt ve yumurta ikilisi ben hamile kaldıktan sonra  benden çok fena intikam aldı. Hamileyken o kadar çok yumurta ve süt tükettim ki... Neredeyse kahvaltıda en az 3 yumurta yiyordum ve her aksam guzel bir kek dilimi eşliğinde 9 ay boyunca süt içtim... (Hem de severek) O günden sonra süt ve yumurta ile barıştık.

Çocukken ayrıca domates'i de hiç sevmezdim. İkiye bölündüğünde, içinden çekirdeklerinin çıktığı sıvı kısım midemi bulandırırdı. Ne zaman ki yazlıkta annem domatesleri bahçede yetiştirmeye başladı , dalından  mis gibi kopardım. O zaman yedim.

Pilav yapılıyorsa mutlaka pirinç pilavı (benim tabirimle cici pilav) olmak zorundaydı. Diğer bulgur pilavı  nedense (kesinlikle aşağılamak için söylemiyorum  sadece çocukken bana öyle geliyordu )  köylü pilavıydı benim için. Hem görünüşünü hem kokusunu hem de içindeki soğan... vs.'i  hiç sevmezdim. Bulgur pilavını da, evlendikten sonra  eşim yaptığında sevmiştim.  Şimdi çok keyifle yaptığım ve yediğim bir pilav oldu.  Üstelik artık sağlık nedeniyle pirinç pilavında daha çok pişiyor bizim evde.

Bugünki tabiri ile "organik",  eskilerin deyimi  ile mis gibi süt kokan terağı da benim asla ve asla yemediğim bir lezzetti. Bir kere sütten yapılıyordu, rengi sarıydı... Herkes tereyağı yerken ben ekmeğe margarin sürerdim.  (Evet o kadar kıl'dım:)

Yine evliliğimizin ilk günlerinden birinde  eşim marketin reyonundan bir kalıp Trabzon tereyağı aldı. Ben tabii şok... O zaman Boğa burcunun  ne kadar gırtlağına düşkün olduğundan haberim yok. Tabii o da benim yemek konusunda ne kadar uyuz olduğumu bilmiyor. (Ve hayır biz görücü usulü evlenmedik:)  Ben klasik itiraz modunda "ne yapacağız o kadar tereyağını, az al bari" diye vızıldanıyorum  ama tabii vızıldandığımla kalıyorum.

Neyse efendim, eve geldik poşetleri boşaltırken eşim hemen bir dilim ekmeğe tereyağını sürdü tıktı ağzıma. ( Burda bi açıklama: boğa burcu ile evleniyorsanız dikkat edin, kesinlikle bizim gibi çöp mideli değiller. Dolayısı ile adam gibi yiyecek birşey bulmazsa hayatta yemez ve yedirmez) Biz tabii dışarıda koştur koştur  dilimiz bir karış eve geldiğimiz için karnımız zil çalıyordu.

Ve o tereyağı (bir de tuzlu bir tereyağı idi) .... Offf diyorum daha da birşey demiyorum.  Bende ki bütün önyargıları kırdı diyebilirim. Ve ayıptır söylemesi nerdeyse geri kalan tereyağını tek başıma yedim. Koy tazecik ekmeğin arasına ye..  o kadar yani...

Hmm bakalım başka ne varmış... hah evet kaymak..  Bir de kaymak olayımız var. Ama bak bu konuda çok da fazla değiştiğimi söyleyemem. Artık sadece marketlerde satılan hazır paket kaymağı yiyebiliyorum o kadar.  Geri kalan kaymak çeşitlerini -ki bana göre çeşitli evet- asla ve kat'a  yiyebilmem mümkün değil.  Örneğin bizim evde yoğurt 3 kaşıkla alınır.  1.kaşıkla yoğurdun kaymağı, 2.kaşıkla kaymağın yoğurda değdiği yer ve 3. kaşıkla yoğurdun temiz yeri:)))

Tek kaşıkla alıncaksa o kaşık her seferinde dezenfekte edilecektir.

Kaymaklı yoğurdun kaymağı bu şekilde alınmaz ise o yoğurttan yapılan cacık veya ayran da içilmez. İtiraf ediyorum  restoran veya dürümcülerde  satılan açık ayranı içmememin tek sebebi içinde kaymak olma ve ağzıma o pütürün gelme ithimalidir.  Ayranı ile meşhur Susurluk'ta bile ayranını kapalı kutuda isteyen yegane insan olduğumu düşünüyorum.

Tabii aynı şekilde sütün kaymağı da problem. İlk kez bu sene sokak sütü almışlığım oldu eve. Daha öncesinde tatil yerlerinde eşim köylülerden çiğ süt alıp kaynatmışlığı  ve içmişliği vardı ama ben o esnada kesinlikte sütün kokusunun gelemeyeceği en ücra köşede burnuma mandal takmış oturuyordum.

Annem de eskiden (daha doğrusu ben bekarken, çünkü o hala sokak sütü alıyor) arada sırada sokak sütü alır ve benim çok sevdiğim bol pirinçli  koyu kıvamlı sütlacı yapıp cânım sütlacı katlederdi. Tabii ki ben, kutu sütü değilse hiçbir şekilde yemezdim o sütlacı. (Aralarda annem kutu sütü ile yaptım diye de kakalayamıyordu çünkü eve süt alınıyorsa o süttün bitim tarihinden sonraki 10 gün boyunca hiç bir sütlü tatlı yemiyordum. Ola ki o sütten yapılmıştır, o süt kaynarken içine kaymak karışmıştır (her ne kadar süzüldüğü iddia edilse de:) )

Annem bir de o kaymakları ayrı bir tabağa koyar buzdolabında beklettikten sonra üstüne şeker döküp yerdi. (Şu satırları yazarken yüzümü buruştuğumu fark ettim:)

Hazır kaymak yani hani  marketlerde satılan rulo şeklindeki kaymak yeme durumum da şöyle oldu : Swisotel'de çalıştığım dönemde  çok sıkı bir kar yağmış yollar kapanmış ve biz çoğu çalışan eve gidemediğimiz için otelde kalmıştık. Otelde kalan  kız ve erkek personel için oda  açılmıştı. (Tabi bunun sebebi o akşam eve gidip ertesi gün yollar kapalı işe gelemem bahanesi olmasın diye de olabilir) Neyse geceyi biz personele tahsis edilen  odalarda geçirdikten sonra ve ertesi gün (kulakları çınlasın) Erhan'la, öğlen vardiyasında çalışacağımız için sabah kahvaltı etmek için Beşiktaş'a gitmeye karar verdik.  Onun bildiği kahvaltıcı varmış.  Beşiktaş'a kadar takır takır buzların üstünde yürüdükten sonra Çarşı içinde minik bir pastaneye girdik.  Öyle 40 çeşit kahvaltı tek bir tabakta falan gelmedi.  Dedim ya mütevazi, temiz bir yerdi. Bir tabak peynir, biraz zeytin, söğüş salatalık domates ve kaymak üzerine dökülmüş bal...
Şaka maka Erhan'ın teşvikleriyle sanırım ilk kez kaymağı , bu kaymak değil ekmeğe sürülen peynir şeklinde  kodlayıp  bilinçaltımı kandırarak yemiştim:)  Bunda Başak'ın (O'nunda kulakları çınlasın:)   oteldeki kahvaltılarımızda balı, tereyağına kabına dökerek ikisini  güzelce karıştırdıktan sonra  ekmeğe sürüp imrendirerek yeme ve yedirmesi sonucu sanırım bende bal ve kaymak olayını aynı şekilde karma yaparak ve kendimi kandırarak yemiştim:))

Başka başkaaa.... Bilumum sakatat türevleri de hala yiyemediklerim arasındadır. Annemler ara sıra beyin alırlar mesela. Eskiden eğer hep birlikte sofraya oturuyorsak, kesinlikle o beyin görüş açımda olmamalı. Çeşitli bardak ve kavanozların arkasına saklanmalı . (Ne   eziyet etmişim insanlara yahu)    Görüntüye bile tahammülüm yok.

Ay ben daha bunları yazarken şiştim, ilerde oğlumla yaşarken ne yapacağım kimbilir : (

Ben bu kadar şeyi yemez ve insanlara bu kadar eziyet ederken şimdi oğlum en basitinden bir şeyi yemek istemediğinde neden onu anlayamıyorum ki?  Ya da niye illa zorluyourm ki tadına baksın diye:(  ben bakıyor muymuşum sanki...

Ben en iyisi bu yazıyı basıp buzdolabıma (tabii ki oğlum okumayı sökünceye kadar) asayım da yemek yemiyor diye üzüldüğümde gidip okur teselli bulurum biraz:))  Neymiş... çocuk aç kalsa ölmüyormuş.
Bir diğer eskiden cıs ama şimdi hmmmm olan bir yemeğimiz;  Ciğer.  Küçükken babaannem bana zorla yedirmeye çalışmış bende ağzımda tutup sonra tuvaletteki çöp kovasını açıp pis tuvalet kağıtlarını kaldırıp altına tükürüp sonra b*klu kağıtları yeniden üstüne kapatmışım. Akşamda anneme anlatmışım: )) Tamam olay iğrenç ama zekaya bakar mısınız, kimse nereye sakladığımı  bulamaz:)) Evet ciğer sevmiyorum ama dahadoğrusu  içincen geçen sinir/zar yada her neyse kestiğinde yada ısırdığında etin /ciğerin  kopmasını engelleyen o damar ya da zarımsı şeyler midemi bulandırıyor.  Aynı şey köftede de var. Eğer yerken içinde sinir olursa onu da yemem:)

Şimdi bu ciğer konusu biraz uzun. Tabii bunu da eşim sevdirdi. Bir gün işten eve döndüğümde eşim  arnavut ciğerlerini ve patatesleri küp küp kızartmış. Bir tabağa önce patatesleri, üstüne arnavut ciğerlerini, üstüne de yarım ay şeklinde doğranmış soğan, maydanoz ve sumak...  Sunum  görsel şölen şeklinde zaten,  yememek için deli olmak lazım:)  O kadar ki annem ve eşim hiç anlaşamamalarına rağmen hala annem ara ara gittiği ciğercilerin eşim kadar güzel yapamadığını söyler durur:)

Bir keresinde de  eşim,oğlum, ben  ve  üniversiteden sınıf arkadaşım olan Hakan dayımızı alıp günü birlik  Edirne'ye gittik.  (Bu arada Edirne şahane bir yer. Bayıldık ama onu bir başka yazıda anlatırım belki) Neyse gezdik tozduk öğle saati geldi, karnımız acıktı. Restoranların olduğu bir meydanı gezdik . Meydanın ortasında,  hani  Taksim'de Beyoğlu girişinde büfeler vardır ya,  işte onun gibi bir sürü minik ciğerci büfeleri. Ama öyle restoran gibi değil ekmek arası alıyor ve gidiyorsun.  Ama hepsinin önünde kuyruk dolu... Şimdi memleketine gelmişken ciğer yememek olmaz ama ben tabii ki o ciğeri eşim yapmadığı için  kesinlikle yememe taraftarıyım. En fazla Tolga'dan tadına bakarım falan diye düşünüyorum ama bu sırada hepimiz ayrı ayrı farklı büfelerde ciğer kuyruğundayız, hani sıra hangimize önce gelirse ordan alacağız:)  Diğer yandan da  etrafa bakınıyorum başka ne yiyebilirim de ciğerden yırtarım falan diye. Bir şekilde ciğer yerine başka ne yiyebiliriz falan derken Hakan'da demez mi bende ciğer yemem, sevmem diye:)  Ohhh... Eşim,  ikiye bir kaldı. Gerçi O 10  kişiye karşı tek kalsa da yemek konusunda hep haklı çıkar ya neyse.  Bizi de kırmamak adına, tamam o zaman buralarda bir restoranda oturalım siz yemek yiyin, ben de  ciğer yerim dedi.

Büfelerin yakınında yol kenarındaki iki katlı  bir restorana girdik. Cam kenarındaki  masaya oturduk. Biz ne yesek diye biryandan menüye diğer yandan diğer masalardaki tabaklara bakınıyoruz. Tolga'nınki zaten belli ciğer yiyecek. Garson abi bizde var ciğer deyince hiç büfeye de gitmesine gerek kalmadı. Ve ama asıl bomba bizde patladı....

Hakan'la ben diğer masalarda oturan insanların tabaklarındaki hamsi tava gibi görünen ciğerin aslında yaprak ciğer olduğunu ( Hakan'ı bilmem ama ben yaprak ciğeri ilk kez gördüm. Benim bildiğim ciğer ya kasaptaki çiğ  hali ya da küp küp kesilmiş haliydi)  öğrenince ve baktık ki herkes iştahla ondan yiyor , bizde denemek için bir tabak söyledik:)))

Doğal olarak eşim de  "madem yiyecektiniz bana bunca saat niye kök söktürdünüz"  diye söylendi durdu:))) dahası  biz o ciğerin tadına doyamayıp 2. tabağı da söyledik:))))

Bu kadar satırlar dolusu yazdım ama sanmayın ki hiç  yemek yemiyordum. Birçok çocuğun aksine  ıspanak (illaki yoğurtlu olacak) , bamya en sevdiğim yemeklerdendi.

Annem de sağ olsun,  kerevizle  patatesi bir pişirip bana hepsini patates diye kakalardı.Ama bu daha yumuşak deyince o tencerenin altında kalmış daha çok pişmiş ondan derdi.  Semizotunu ıspanak diye, havuç suyunu kırmızı elma suyu diye içirmişliği vardır:))  Nasıl kanmışım bilmem ama iyi ki kanmışım:))

Velhasılkelam yemeğen bir çocuğa yesin diye baskı yapılmamalı  ve arada sırada şekil değiştirip başka isimler altında yedirmeye çalışmak  yalan söylemeye girmezmiş:)))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder