29 Mart 2012 Perşembe

Bir yemek krizi klasiği...



Bu sene kış bir türlü gitmek bilmedi bizden. Ben zaten şantiyede çalıştığımdan klimalı ortam, sürekli açılan kapılar falan derken çok sık hasta olurdum ama bu sene bizim kuzuyu anaokuluna verince hastalık olayı katmerli oldu bizde.

Kuzucum sürekli hasta, burnu akıyor, öksürüyor. E gece koyun koyuna, koklaşa koklaşa yattığımız için tabii ertesi gün bende hasta...

Sağolsun bu yıl kış mevsimi de ülkemizi pek bir sevdi.. Gidemedi. Geçtiğimiz hafta sonu hava tam günlük güllistanlık oh nihayet hava ısındı 18-22 dereceleri gördük dedik.. Arkasından yeniden 7-8 dereceleri gördük. Tabii biz yine hasta...

Off valla şiştim bu kış. Hani burnumdan çıkanlar kadar vücudumdaki yağlar gitseydi 36 beden falan olmuştum.

Burun deyip geçmeyeceksin aslında, çok önemli bir organ. Valla bak bi tıkanıyor beyne oksijen gitmiyor, bütün gün sersem sersem dolanıyorum. Kafayı da toplayamıyorum, işleri de...

Hadi diyelim ben hastayım ee eve gidince kuzucuk ta hasta. Onu görünce kendini unutuyorsun zaten. Şunu yesin de vitamin alsın, şunu içsin şifa olsun diye uğraşmaktan yemek yedim mi yemedim mi anlamıyorum. Ne zaman ki bende sinirler bas bas bağırma noktasına geliyor , hemen kendime bir tabak hazırlayıp oturuyorum sofraya.

Dün akşam yine oğlanı okuldan alıp eve gittik. Bir gün önceden pişirmiş olduğum yemekleri ısıtıyordum ki, bizimki, anne 2 tane bisküvi istiyorum dedi. (Bu aşama o minik parmaklar 2 rakamını gösteriyor)

Şimdi bu aşama şöyle bir durumda kalıyorum;

1) Bu çocuk okulda en son ikindi kahvaltısında poğaça,kek tarzı birşey yiyor (yanında meyve suyu veya çay ile) ama gel gör ki bizim eve gelmemiz 18:30. Eğer bir gün önceden hazır yemek yoksa yemek yapmak nerden baksan 45 dak. Ee bu çocuk o kadar saat aç mı beklesin, ara öğün iki tane bisküvi kesmez ancak iştahını azıcık bastırır.

2) Bu iki adet bebe bisküvi paketten çıkma aşamasında pazarlıkla beş adet'e dönüşüyor , ee kuzu bisküviyi görünce yanında süt istiyor , es kaza rafta minik meyve sularından varsa onlara da göz dikiyor. Ben vermesem 19 lt'lik damacanayı ittire ittire çıkıyor üstüne (3 yaşındaki velet itemez demeyin vallahi de itiyor, billahi de itiyor) alıyor alacağını. ..

3) Bunlarla karnı doyunca doğal olarak yemek yemek istemiyor . Vermesem hem yiceeeem diye mutfakta yerlere yatıyor,hayır diye bende inada bindirsem bile yine de inadından yemek yemiyor.

Eş kişisi desen zaten akşamları yemek saatinde evde olmuyor . Zaten yemek olsa evde olmaz, yemek olmasa evdedir) .

Nerde kalmıştık , evet dün akşam yine eşim evde yok, ben koştur koştur yemekleri ısıttım, şöyle limonlu bir çorba içelim içimiz ısınsın dedim. Bizimki yemicem dedi. Peki dedim. Kıymalı (ve kıyma arasına serpiştirilmiş ıspanaklı ) lazanya vardı, ısıtmıştım. Hani makarna türü ya, içindeki faydalı şeyleri belki yuttururum diye umud ettim ama yok. Onu da yemicekmiş.

Bu arada benim karnım çok acıktı, sinir seviyem yavaş yavaş yükseliyor... Bir yandan iknaya çabalıyorum diğer yandan bir lokma ağzıma atmaya..

Ne yiyeceksin oğlum dedim. Patates dedi. Tamam dedim hadi gel birlikte sana püre yapalım. Gittik mutfağa hemen 1 tane patatesi soydum en küçük tencereye minik minik doğradım üstüne süt koyup, bir güzel sütle haşladım. Az olduğu için çabucak haşlandı. Birazcık tereyağı, birazcık tuz, birazda kaşar peyniri rendeledim içine. Hadi dedim gel ye... Yemin ederim sadece 2 tatlı kaşığı yedi doydum dedi...

Bende kayış koptu tabii. Zaten bir yandan hastayım annemi isterim modundayım (ben gerekten hastayken hiç çekilmiyorum). Aldım küçük adamı karşıma, eğildim onun boyuna kadar gözlerinin içine baka baka dedim ki: Bak oğlum eğer yemeğini yemezsen bundan sonra hiç yemek yapmayacağım. Sana bisküvi, süt, fıstık ezmesi gibi şeyler de almayacağım. Öyle gece yatarken ya da gecenin bir yarısı kalkıp "anne süt yap ama bal da koy" dersen onu da vermeyeceğim. Acıktığın zaman ekmek peynir yiyeceksin. Bak ben senin için alıyorum,taşıyorum pişiyorum. Yemeyeceksen ben artık yapmayacağım. Bizimki durdu.. durdu..Tamam anne yiycem dedi. Gittik masaya... Bu sefer başladı "sen yedir, ben bilmiyorum yemesini" demeye . Ben " hayır sen okulunda tek başına yemek yiyebiliyorsun şimdi de yiyeceksin çünkü bende kendi (buz gibi olmuş) yemeğimi yiyeceğim" dedim.

İki mızıldandı bir kaşık yedi, yine sen yedir dedi. Ben de bu arada biraz sakinleşmiştim. (hem yesin de nasıl yerse yesin moduna geçiş yapmıştım, hem de zaten hasta olduğu için vicdan yapmıştım) 2 kaşık daha yedirdim yine doydum dedi.

Daha fazla cebelleşemeyeceğim için tamam dedim. Nasıl istersen ama yatarken veya gece süt yok ona göre. ..

Neyse bir süre sonra, bir gece önce yediği gibi küp küp meyve doğrayayım da hiç olmazsa vitamin alsın dedim ve mutfağın yolunu tuttum. Tam elma doğruyordum ki ben kesicem dedi, aldı çekmeceden plastik bıçağını çıktı yanıma tezgaha. "Eee ben nerde kesicem" dedi:) Verdim kesme tahtasını eline, ben kabukları ve çekirdekleri ayıkladım , o minik minik küp halinde kesti. Birazını keserken yedi, birazını salonda yedi:)

















Biliyorum her seferinde yemek olayını takıntı yapmamam lazım, ısrar etmemem lazım, bu sıpalar acıkınca kendileri geliyorlar ama kardeşim el insaf ya bu acıkma duygusu hiç mi benim yanımda gelmez. Ya da hiç mi besleyici şeylerde gelmez. Ver eline bisküvi, süt, meyve suyu, salatalık ..falan onlarla beslensin:(((

24 Mart 2012 Cumartesi

Pestili çıkan kuzu pirzolası:)))


Yavru kuşum 8 olmadan sızdı bugun. Gündüz okuldan aradılar çok kusuyor diye. Koştur koştur gittim.. 2 gündür burnumuz akıyor ve hafiften ateşimiz vardı zaten ilaç içiyorduk... Hayır hasta olması tamam da çok kustu dediklerinde aklım çıktı. Kusarken korkuyor çünkü, vücudu geri çalışıp içerden dışarı birşeyler fışkırtıyor hatta bazen burnundan bile çıkıyor sıvılar.... Bebekken de kustuğunda korkma annecim derdim, kus, biz de kusuyoruz korkacak birşey yok... Elimin altında o minicik kalbi pır pır atardı korkudan biliyorum.. Ama bugun kustuğunda yanında ben yoktum başkası vardı, iyi bir yerde olsa onu seven bir öğretmende de olsa sonuçta benim gibi güven veremezdi... Off okula giderken kaç km hızla gittiğimi bilmiyorum. Kendime kendime - Uğurcan'ın tabiriyle - sakin ol birşey yok olucak bunlar, böyle böyle büyüyecek dedim...Okula gittiğimde oğluşum iyiydi çok şükür... Aldım eve geldim, doktorumuzu aradık. O da bugün erken çıkmış ama hemen durumu söyleyince ilacımızı söyledi. Tolga gidip aldı eczaneden, içirdik..

Evde lego yaptık,unla oynadık, boyama yaptı... Pek yemek yemedi, bol bol su içti, uykuya teslim olmadan biraz önce, yaptığım elma ve erik kurusu kompostosundan birkaç kaşık içti...İçine çubuk tarçın,taze zencefil ve karanfil de atmıştım... Anası kılıklı, tanelerini yemedi, sadece suyunu içti. Uyumadan ilacını da vereyim dedim ama daha saati gelmediğinden veremedim:( Neyse bir iki saat sonra biberonuna süt koyarım uykusunda içiririm...

Bal kuzum benim uykusu gelince nasıl mahmurlaşıyor:)) Kafayı koyması ile uyuması bir oluyor... Zaten sabah okula gitmek istememişti demek bu yüzdenmiş... Eve gelirken, habire, ama sen akşam gelicektin dedi durdu:)) Erken geldim annecim diyorum yine de ama sen akşam gelicektin diyor:)))

Şimdi yanımda ya... uyuyor ya.... uyuyor ve büyüyor ...Çok şükür...

20 Mart 2012 Salı

Kısa kısa...

Bu sabah arabayla  yuvaya giderken ben her zamanki gibi radyoyu açtım.
Oğlum da her zamanki gibi "apat anne" diye itiraz etti. Müzikten taviz vermeyeceğim ya bende açıklamaya çalıştım:)
 "Bak oğlum hani yemek yediğimizde karnımız doyuyor ya, müzik dinlediğimizde de ruhumuz doyuyor, o yüzden kapatmayalım dinleyelim"dedim. Bana verdiği cevap "sen annesin doyurursun ki (!) "
Offf off :))

19 Mart 2012 Pazartesi

Mısıkan:))

Geçenlerde yanımda taşıdığım ajandamı açınca kenarına yazılmış  bir "mısıkan" yazısı gördüm. bu bir ara uğurcan'ın çok takıldığı ama bizim ne olduğunu hiç anlayamadığımız bir kelimeydi. unutmayayım  diye de yazmışım bir kenara.

Dün oğluşumla salonda kudururken yine aklıma geldi.  Uğurcan "Mısıkan" ne oğlum dedim.  "E Patlıcan anne" dedi:)) bizde çook uzun bir süre sonra mısıkan'ın gizemi öğrendik. İşin ilginci  eskiden söylemeye çalıştığı ama bir türlü söyleyemediği kelimeleri unutmamış olması  ve o kelimelerin kendisine ne ifade etttiğini de hala hatırlıyor olması...

İlerde okuyup okuyup güleceği diğer kelimelerimizden bazıları;

İndap :(hatta sıkıştırılınca indaapp indaapp diye bağırıyoruz)  anlamı imdat

Kendine kendine : kendi kendine demek:))  ben babamı böyle (sarsarak) uyandırıyorum diyor. Neden öyle uyandırıyorsun diyorum , cevap: E kendine kendine uyanmıyor:))) , yada hadi gidip babanı alalım diyorum o kendine kendine gelir diyor:))

Falet : Faaliyet  Soru  Uğurcan niye o duvarları boyuyorsun? Cevap: Anne falet  (faaliyet) yapıyorum:)))  Yuvada faaliyet yapıyorlar ya ordan öğrenmiş:)

Stretfilm :  Streç film -mutfakta kullanılan.  aslında bunu o kadar değişik telaffuz edebiliyor ki biz babasıyla her seferinde bir daha söyle diye diye en sonunda bu şekilde söylediğine karar verdik:) Bu aralar streç filme taktı kafayı , Bütün ruloyu veriyoruz eline , ya evdeki gitarı paketliyor, ya polis olup benim ellerimi  avuç içlerim biraraya gelecek şekilde kapattırıp filmle sarıyor, ya da düdüklü tencerenin içindeki sepet kısmının içine ne bulursa (mutfak eldiveni, babasının parfümleri..vs.)doldurup sepeti streç filmler kaplattırıyor. Kaplattıktan sonra da aa bunu da koyalım diye bir yerlerinden son eklenen şeyi sıkıştırmaya çalışıyoruz. ama öyle bütün paketi açıp yeniden paketlenecek şekilde değil azıcık tek bir yerinden açıp yine aynı şekilde kapatılacak:)))

İşte ondan :  Yanlış söylediği bir kelimenin  düzgün halini söyleyip sonra ona bu ne diye sorduğumuzda  2 kere yanlış cevap veriyor (ve biz yine düzelttiğimizde) bir sonraki sorduğumuza verdiği cevap işte ondan:))
 Misal:  - Oğlum bak bu ruhsat . Söyle bakalım neymiş?
            - Ruksak
            - Hayır oğlum ruh-sat . Söyle bakalım
            - Eee işte ondan...:)


Çık Çık : Daha küçükken söylerdi bunu . Araba anahtarı demek daha doğrusu uzaktan kumandalı olan araba anahtarı.  Hani arabayı kumandayla açtığınızda çıkarttı bir ses var ya sanırım ondan esinlenmişti. Ama biz bu çık çıktan az çekmemiştik:)) ahh ne ağlardı o çık çığı almak için....

Pat Pat :  bunu da küçükken patlamış mısıra söylerdi.  Mutfakta tezgaha oturtup birlikte patlamış mısır yapardık. Tencerenin cam kapağından mısırların patlamasını seyrederdi. İlk söylediği zamanla ne olduğunu anlamamıştık. Söylediği şey eğer mutfaktaki raflardaysa mutlaka kendini kucağa aldırır,istediği şeyi gösterirdi. Pat Pat'ın ne olduğunu da ilk öyle anlamıştık açıkçası.

Bu aralar artık pazarlık yapmayı da öğrendi:) Eve gelirken ne istiyorsun diyorum eeee iki ( parmaklarıyla da 2 yapıyor) tane lolipop diyor. akşamında eğer ben ona 1tane verirsem ama ben 2 tane istemiştim diyor:))

Bir de bu kış dudak nemlendirici masrafım hiiiç bitmedi. Sağolsun Uğurcan onları çok seviyor. Eskiden Nivea'nın çileklisini alıyordum hem hafif bir pembelik veriyor hemde ışıltı veriyordu. ama bizim küçük bey her seferinde çantamı karıştırıp, bulduğu kremleri boya niyetine her yerde kullandığı için artık şeffaf renge dönmek durumunda kaldım. Pembeyi unuttu mu derseniz hayır unutmadı  hâlâ arada bir "ama ben kırmızıdan istiyorum" diyor ama "tamam bir dahakine alırız" deyince peki diyor, geçiştiriyoruz . Kremleri ne yapıyor derseniz ( pembe olanla kağıtları boyuyordu) renksiz olanlarını çatlayan dudağına  (üst dudağının ucuna ) sürüyor yada yüzümüze yüz boyası olarak kullanıyoruz. Beyimiz kedi yapıyormuş beni:))))

16 Mart 2012 Cuma

Tükürükten Çürük Testi...



Aslında olay geçen hafta bizim kendi aramızda oluşturduğumuz çocuklu annelerden (çocuksuz anne var mı bilmiyorum ama:)) ) Derya'nın beni telefonla arayıp "Blog yazan annelere çocukları ile birlikte dişçide çürük testi yapacaklarmış gidelim mi?" demesiyle başladı. hem dişçi kontrolü, hem çocuk kaynaşımı, hem Derya ile görüşmece...Eh daha ne olsun diye düşünüp tamam dedim. Sağolsun gerekli yerlere benim mail adresimi vermiş, beni de davet ettiler. şimdi buraya kadar bir problem yok... Olay Pazar günü 14:00de başlayacak organizasyona katılma saati yaklaştıkça bizdeki üşenme duygusunu yenmede :))

Gerçi sabahtan Uğurcan'a Kerem'i görebileceğimizi söylediğim için o zaten havalarda. 3 kelimesinden 2'si Kerem :)) Kerem'in hatırına kahvaltı etmeler, tuvalete gitmeler falan:))

Öğle uykusuna okulda 12:30 gibi yatan çocuk Pazar günü geldi mi bizimle olmak uğruna, gözünden uyku şelale gibi aksa da, yok diyor başka bir şey demiyor. Biz Uğrucan'ı uyutamadık, hazırlandık anne-oğul çıktık evden. Organizasyon Bağdat caddesindeki Dent Suadiye Kliniğinde yapılacaktı. Tam Bağdat caddesine girdik ki, bir baktım arka koltuktan hiç ses yok, meğer bizim sıpa sen koy kafayı koltuğa bir güzel sız.. Hani hep öyledir ya uyumaz uyumaz tam gideceğiniz yere yaklaşmışsınızdır 10 adım kala uyurlar:)) Neyse ki  park yeri bulalım derken ara sokaklarda 3 tur attık. Hepi topu yarım saatçik uyumuş oldu, ki, o da birşeydir:)

Biz varmasına vardık ama Derya'lar ancak çıkmışlar evden, o yüzden, biz önceden girdik içeriye. Açıkçası bir sürü blog yazarı anne ile tanışma duygusu beni biraz ürküttü desem yalan olmaz. Ama kapının açılması ve o içten karşılama açıkçası bütün endişelerimizi gidermişti. Her ne kadar yol boyunca Uğurcan'dan "dişime bakmıcak ama" şartlamasıyla gelmiş olsak bile o bile o kadar çocuğun içinde gıkını çıkarmadan baktırdı dişlerine:)




Organizasyonu yapan Ayşen hanım çok güzel yüzlü cıvıl cıvıl bir bayan. Ben önce onu diş kliniğinden falan sanmıştım ama meğer http://madambrownie.com'un site sahibi. Çocuklar için palyaçolar gelmiş, yine onlar için oyun hamurlarıyla oynanan dişçi setleri,diş ve diş fırçası şekline kurabiyeler vardı. Hani şu butik işi olan üzeri şeker hamuruyla kaplı tek tek paketli olanlardan... Şeker hamuru olayı, her ne kadar çok güzel olsa da, çok fazla mıncıklanarak yapıldığından (biliyorum iğrencim) benim hep beğendim fakat yiyemediğim (daha doğrusu oğluma yediremediğim) bir ürün. Ayrıca bu tarz sert kurabiyelerde bana çok anlamsız gelir,sevmem.... Amaaaaa burdaki kurabiyeler enfesti. Oğlumun diş fırçası şeklindekinin sapı kırıldığı için azıcık tadına bakayım dedim. İnanılmaz güzeldi.. Kim yaptı hatırlayamıyorum maalesef. Ama tek kelime ile enfesti.... Şimdi ki yeni misyonum evde o tarz kurabiye yapmak:) Şeker hamursuz versiyonu ile tabii:))


Palyaçolarla eğlenen çocuklar...




soldaki kutu diş fırçası ve diş şeklindeki kurabiyelerle dolu hmmm..










Geleceğin dişçileri

Çocuklar için hazırlanan oyuncaklar,enfes kurabiyeler ve cupcakeler


Gel gelelim çocuklar içerde doya doya kudurduktan,biz büyükler sağa sola serpiştirilmiş ikramlardan atıştırdıktan ve Derya 'da geldikten sonra Pedodontist Aysun hanım bizi diş çürüklerine karşı epey bir dehşetli fotoğraflar eşliğinde bilgilendirdi :)





Pür dikkat dinlemedeyiz...



herkes dinlerken biz hamurlarla oynuyoruz :)) 















Bizim zamanımızda dişleri çürükten korumak için diş fırçalamak yeterliydi. Sonra diş ipleri çıktı. Bunları kullansanız bile dişteki en ufak bir sızıda doktora gittiğimizde diş tam çürümeden dolgu yapılıp çürümesi durdurulurdu değil mi? Oysa şimdi neler neler çıkmış. Evde kendinizin çocuğunuza veya kendinize uygulayacağı diş kremi varmış. Dişinize sürüyorsunuz yarım saat bekliyorsunuz. Diş kremi dişlerinizin üstünde bir tabaka oluşturuyor. Haaa bu arada her ne kadar dişinize gözünüz gibi baksanız da eğer tükürüğünüzdeki asit miktarı yüksek değerlerdeyse şekerli şeyler yemeseniz bile dişleriniz daha çabuk çürüyebiliyormuş ve bu asit derecesini ölçmek için testler varmış. Tükürük testi...

Diş kremi

Aysun hanım nasıl sürüleceğini gösteriyor






















Tükürük testini anlatmadan önce şunu belirteyim eğer oldu ki çocuğunuz ufak bir kaza da yere kapaklandı çeneyi çarptı ve bir diş köküyle birlikte çıktı (Tabii biz bunu ekranda,  görseliyle görüp Derya'nın kulağını çekiştirip tahtaya vura vura "aman Allah korusun" şeklinde bilumum korunma duaları eşliğinde seyrettik:)) Her neyse siz o düşen dişi eğer o sırada yerde bulduysanız sakın kök kısmına dokunmayın, diş kısmından tutup mümkünse çocuğun kendi tükürüğü içinde (eğer tutabilecek gibiyse bu yer dil altı oluyormuş) ,mümkün değilse süt içinde taşıyarak dişçinize getirirseniz dişi kurtarmak adına bir şeyler yapabiliyorlarmış. Eğer kökün üzerinde toprak vs. gibi yabancı maddeler var ise suyun altına yine kökünü ellemeden temizleyebilirmişsiniz..

Annesi olarak ben kendi dilimin altında getirsem olmaz mı dedim, nasıl olsa ben doğurdum, tükürükse benim genimden geçme dedim ama olmuyormuş maalesef :)))

Bu güzel bilgilendirme sonrasında bütün çocuklar Aysun hanım'ın odasına doluştu. Büyüklerden de çürük testi yaptırmak isteyenler Dr. İlker Bey'in odasına doğru gitmeye başladı.

Uğurcan hem baktırmayacağını söyleyip hemde illaki anası gibi meraklı olduğundan biz Aysun hanım'ın odasında bakalım nasıl olacak modunda izleme duruma geçiş yaptık...

Olay şöyle oldu ... bütün çocukların eline minik bir kap verildi. Tükür çocuğum, tükür evladım bak kardeş nasıl tükürüyor nidaları eşliğinde tüm çocukların ellerindeki tükürük kaseleri (!) dolduruldu. Manzara her ne kadar bizim açımızdan iç açıcı olmasa da, çocuğunuzun diş sağlıyla ilgili olunca "hadi oğlum, tükür çocuğum" moduna geçişi yapabiliyorsunuz:))) Çocukların tükürükleri yeteri kadar dolunca Aysun hanım her bir kabın içine bir çeşit ince uzun kağıttan çubuk sokup aldığı renge göre asit aşamasını bize söyledi. İkinci aşama olarak her çocuk dişçi koltuğuna tek tek oturup dişlerinin mürekkep rengindeki bir sıvı ile boyanmasını sabırla bekledi. Boyayı iki dakika beklettikten sonra ağızlarını çalkaladılar. Tabii benim sıpa gibi çalkala tükür evladım dememe rağmen inadına yutanlar da olmuştur:) Dişlerde kalan boyaların bir süre bekledikten sonra döndüğü renge göre dişlerin iyi fırçalanıp fırçalanmadığı anlaşılıyormuş. Pembe renkler yeni yenen yemeklerin göstergesi, hafifi mavimsi olursa biraz daha dikkatli fırçalanmalı , mor renge dönüyor ise güzel fırçalanmıyor demekmiş.
Kucağımda diş kontrolündeyiz:))


Bizim biraz daha iyi fırçalamamız lazımmış. Altta da minik bir çürük başlangıcımız varmış. Gece yatarken içtiğimiz ballı sütlerden sorumlu olduğum için dişin çürümesine yardımcı oluyormuşum meğer...Ahh bir de tabii eve alınan çikolataların suçlusu da ben:))))

Bu arada evde çocuğunuz dişime krem sürdürtmem diyorsa (bizimki gibi) dişçiye götürüp bir çeşit florid kaplaması yaptırarak da önleyebiliyormuşuz çürük oluşumunu...

Sonuç itibarı ile bir torba içindeki yeni diş fırçalarımız, macunlarımız , kurabiyelerimiz ve diş kremimizle evin yolunu tutarken gayet keyifli ve bilgili ayrılmıştık klinikten.

Uğurcan ve Kerem'in kavuşma mutluluğu ise paha biçilemezdi:))))

15 Mart 2012 Perşembe

Ud Kokusu



Bizim apartmanın içindeki asansör tamirdeydi bir haftadır. İçini yenilediler... Baya bir guzel olmuş içi açıkçası pırıl pırıl... Tek sıkıntısı içeri girince hani şu eşyalar kapıya sıkışmasın diye katlamalı kapı kapanıyor ya içerden. Bir tek ona alışamadım. Sanki asansörde kalsak o kapı yüzünden çıkamayacakmışız hissi yaratıyor....

Neyse asansörün çalışmaya başladığı ilk sabah Uğurcan'la asansöre bindik aşağı iniyoruz. Tabi çocukta bi şaşırdı bambaşka bir asansöre biniyor biraz da tedirgin oldu. Aynanın altındaki iki vida boşluğunu kapatmamış asansörcüler, içinde tahta kısmı görünüyor. Sen git burnunu oraya daya sonra da bana dönüp "aa anne ud kokuyor" de:)))) Öldüm gülmekten... Tabi diğer yandan görme,duyma,dokunma ve tatma duyusunun yanında koklama duyusunun da bu kadar iyi çalışmasına çok memnun oldum:) Babasının evdeki udlarının kokusundan çağrışım yapmış kuzuya:)))

14 Mart 2012 Çarşamba

WORDPRESS VS. BLOGSPOT

Kafa göz yara yara blogspot’ta oluşturduğum blogumu neden bilmem birden bire wordpress’e taşıma kararı aldım. Aslında nedenini biliyorum, wordpress’in güncellemeleri nasıl birşey onu merak ettim.. 3 aşağı 5 yukarı blogspotu çözdüm gibi, yani yazı yazıyorum, sayfa düzenini, sayfa renklerini falan da ayarlayabiliyorum. Beğendiğim temada bölümlerin yerlerini de değiştirebiliyorum. Ama bunların hepsini neden wordpress’te yapamıyorum… AMA YAPICAM… Taktım mı takıyorum biliyorum, farkındayım. Bu site fazla gri benim için:) gerçi temamı seçtim. pembiş pembiş guzel de oldu.Yazı karakterlerinin yerlerini de buldum.. Ama fazla teknik terimler var içinde…Yavaş yavaş halledicem inşallah:)

12 Mart 2012 Pazartesi

Bir an...

Bir an gözümün önüne geldi...

Sabahın erken saatlerinde Güneşin doğduğu ama hala sabahın o tertemiz serinliğinde, eşimle karşılıklı Ayvalık'tan Sarımsaklı'ya giden yol üstünde sol taraftaki tepeye kurulan Gelin Kayası Restoranında açık büfe de oturup kahvaltı ediyor olsaydık şimdi... Oğluşumuz da artık çok kudurukluktan bir nebze çıktığı için o mahmur uykulu gözlerle yanımızdaki sandalye de  oturup güzelce bizimle kahvaltı yapsa...

Bir an ama sadece bir an bu sahne geldi gözümün önüne....Artık yaz gelsin, ne bitmek bilmeyen kış oldu  bu sene.. Dışarda buralarda (sahile yakın yerlerde) yağmur  var, yüksek yerlerde yine kar:(((

9 Mart 2012 Cuma

Sabah Seramonisi...

Sabahları erken kakmak çok şükür ki Uğurcan için sorun değil, kapıdan çıkmadan 15 dakika önce onu uyandırmam yeterli oluyor giyinmesi için... Çok güzel uyanan bir çocuk bir kere(e tabi annesinin şarkılarla ve öpücüklerle neşeyle kaldırması da etkili sanırsam:)  Genelde uyanınca önce bi kucaklaşıp sarılıyoruz birbirimize, günaydın diyoruz.
Tuvalet nazını evde bize yaptığı için her sabah çiş var mı sorusuna aldığım klasik "hayır" cevabından sonra keyfi yerindeyse yüzünü yıkıyor, yıkamak istemezse inatlaşmıyorum.  yoksa sabah sabah inat damarına bastınız mı çok huysuzlaşabiliyor:)) Kendimde öyle olduğum için gayet iyi biliyorum. O yüzden  onun sınırlarına mümkün mertebe geçmemeye çalışıyorum. Neyse tuvalet ve yüz yıkama faslını geçtikten yada geçemedikten sonra hemencecik giyiniyoruz ve  bu esnada sabahın bir başka klasik sorusu "Nereye gidiyoruz anne?" ile karşılaşıyorum:))
Şimdi okula desem okula gitmicem diye tutturacak... senin işine gidelim diyecek .. O yüzden artık taktik geliştirdim:) Cevap olarak "nereye gitmek istersin?"  yada "Sürpriz bil bakalım nereye gidiyoruz" yada dışarıda kar yağmışsa "aaa kar yağmış hadi gidip arabayı temizleyelim" diyorum.  Bu ara okuldaki arkadaşı Kuzey'i Uğurcan'dan sık sık dinlediğim için "hadi kalk Kuzey aradı okula gidiyorlarmış, Uğurcan da gelecek mi diye sordu " diyorum. Ve işe yarıyor bizimki uyku sersemi yatakta dikiliyor:
-  hani nerde? kuzey nerde anne? 
-okula gitmek için yola çıkmış, hadi bizde çıkalım bakalım kim önce gidecek
-tamam.

Giyindikten sonra koştur koştur babamızı uyandırmak için öpmeye gidiyoruz, öpüp uyandırıp kaçıyoruz:)) 

Ve  mutlu sona ulaşıyoruz kapıdan ayakkabıları giymek için sokak kapısını açınca 2 gündür apartmanın kedisi bizim 4. kattaki kapının önünde sanki içeri girmek için an kolluyor:)))
Eskiden Uğurcan seveceğim diye kuyruğunu falan çekmeye çalışırdı, artık biraz daha büyüdüğü için sevmesini öğrendi:) Kediyi görünce bizimki çok mutlu:)  aaa bak bana gelmiş diyor. Çömeliyor yere, kedi geliyor Uğurcan'a tüylerini süre süre sevdiriyor kendini. Bu ara bizim asansör bakımda olduğu için kedi ayaklarımızın altında dolana dolana 4 katı merdivenden iniyoruz.  

Uğurcan'ı arabada arkaya oturttuktan sonra(bu arada artık araba koltuğu kullanmıyoruz çünkü bizim adam oturmuyor daha da fenası otursa bile kolu emniyet kemerine yettiğinden yolda giderken birden kemeri açıp iniyor :((  bende Allah korusun bir kaza  yada ani bir fren anında bir koltuk üstüne düşmesin diye  çıkarttım koltuğu. Onun yerine arabayı daha yavaş araba kullanıyorum)  okula doğru yol alırken tren yolunun üstünden geçerken eğer o sırada tren geçiyorsa trene günaydın diyoruz:) bu selamlama fasılları benim çok hoşuma gidiyor , kediye, trene, gökteki kuşlara akşam olunca ay dedeye selam yoluyoruz:)))
okul sapağına gelince artık yolları tanıdığı için okula gitmek istiyorsa problem yapmıyor ama istemiyorsa yaygara kopuyor gitmicem diye. Tamam bende kalacağım biraz diye diye okula giriyoruz. 

Ve ben gerçekten biraz kalıyorum yanında... Çünkü ilk seferinde kalıcam deyip, öğretmenlerin, tamam siz gidin artık dediğinde ve ben onları  dinleyip gittiğimde, oğlumun bir başına kalıp yanında güvendiği birini arayıp bulamadığını düşünmek bana çok feci bir vicdan azabı yaşatmıştı. Bir daha habersiz hiç kaçmadım. Öğretmenler ne derse desin...

 Neyse çok uzatmayayım her sabah ayrılma krizleri yaşadık, her seferinde  okulda bizi ışıl ışıl güleryüzleriyle karşılayan Çiğdem öğretmen ve Leyla Teyze'nin Günaydınlarına  "günaydın demicem işte"'yle karşılık veren oğluma "tamam o zaman gel  iyi akşamlar diyelim" diyerek neşeli ve eğlenceli bir şekilde cevap verdim. Bazen maymun gibi kollarını ve ayaklarını boynuma doladı inmedi üstümden,bazen sadece yanımdaki bankta koluma tutunu oturdu. Ben ve öğretmenleri her seferinde ona  akşam geleceğimi, onun yuvada çok güzel oyunlar oynayacağını anlattık.. Her seferinde (bazen inatla ağlasa da) sağlam bir duruşla öğretmenine teslim ettim. Bana camdan bakıp el salladılar, öpücük gönderdik birbirimize:) 
Son zamanlarda çok iyi... Artık yanında uzun kalamayacağımı biliyor, illa gitme diye tutturmuyor. "Birazcık kalabilirsin ama sonra birazcık gidebilirsin" diyor:)) İllaki sabah gidince montunu ayakkabılarını ben çıkartıp , patiklerini ben giydireceğim... 

Tabii bizden önce gelen başka öğrenciler varsa bu veda kısmı nispeten daha hafif atlatılıyor:)) Hatta dün beni uğurlarken öptükten sonra çantamı alıp bana verdi:)))

Zaten son birkaç gündür  dediğim gibi keyifle gidiyor. Gittiğimizde hele birde 4 yaş öğretmenlerinden Serda öğretmen varsa değmeyin keyfime:) Bana yapışıp içeri giren adam bu sabah Serda öğretmeni görünce daha bahçede elimi bırakıp kollarını açarak koştu Serda öğretmenine:))) Çok sevişiyorlar ikisi maşallah:))))